Bu sene de Ramazan Ayı seçim atmosferinde geçti. Ömrüm boyunca Ramazan ayının, camiler ile dini ritüel ve merasimlerin hiç bu kadar siyasete alet edildiğini hatırlamıyorum.
Sadece İstanbul Belediye Başkanlığı seçimi yenilenecek ve Ekrem İmamoğlu ile Binali Yıldırım bir yarış içindeler. Bu yarışın demokratik, adil ve eşit şartlarda gerçekleşmesi hem hukukun ve hem ahlakın, hem de dinin gereği değil mi?
Peki, bu yarışta partili Cumhurbaşkanının her türlü adalet anlayışını yok eden propaganda sürecini nereye koyacağız?
Ramazan boyunca her iftardan sonra tamamen İstanbul seçimlerine yönelik yaptığı konuşmaları onlarca TV kanalında program akışı kesilerek canlı yayında vermek ne demek?
Bu konuşmalarında rakiplerini “İstanbul’u Konstantinapol olarak görmek isteyenler” diye suçlaması, İstanbul seçimini “PKK ile mücadelenin uzantısı” olarak değerlendirmesi ne demek?
“Keşke Yunan kazansaydı” diyen meczuba âlim muamelesi yapıp ziyaretine giden, kızının nikâh şahitliğini Yunan Başbakanına yaptıran, PKK ile birlikte “çözüm süreci” işleten kişinin bu sözlerini eleştirecek bir tek namuslu TV yorumcusu çıkmaması ne demek?
Kameralar eşliğinde kılınan teravih namazları sonrası camiden siyasi propaganda yapmayı vicdanlar nasıl kabul edebiliyor?
Bırakmadılar ki Müslümanlar iftar sonrası huzurla sohbet etsin, Kadir Gecesi tefekkür ve ibadet etsin. Hangi kanalı açsan karşında AKP Genel Başkanı propaganda yapmakta, rakiplerine kara çalmakta.
YSK’nın gerekçeli kararında oylar çalındı tespiti yoktu. AKP adayı “Oylarımız çalındı hukuki terim değil, ben siyaseten böyle konuştum” dedi.
Hemen ertesi günlerde Cami çıkışında yine “seçim yenileniyor, çünkü oylarımızı çaldılar” demeye devam etti. Bu iftira etmek değilse nedir?
Hani “devletin dini adaletti?” Hani iftira en büyük günahlardandı?
RAMAZAN’IN TADI YOKTU
Bu Ramazan Ayında manevi hazzı yeterince yaşayamadım. Zaten toplumda dini ibadetleri yapanların oranında gözle görülür bir azalma var. Camiler geçmiş seneler gibi dolmuyor, oruç tutmayanların oranı yükseliyor.
İslam dini bu toplumu bir arada tutan temel değerlerimizin başında geliyordu.
Fakat toplumumuzda hem İslam anlayışında farklılaşma ve hem de Ateizm, Deizm gibi inanç türlerine sapmada bir artış olduğu görülmekte.
Toplumda dine ve dindara, din görevlilerine bir güven vardı.
1980’li yıllarda yapılan bir ankette “aniden bir işiniz çıksa çocuğunuzu hangi meslek grubundan komşunuza bırakırdınız?” sorusuna en çok “imam, müezzin gibi” din görevlilerine cevabı verilmiş. Aynı soruyu bu sene sorarak anket yapan MAK firması “ilk onda din görevlisi veya din ile anılan kimse olmadığını” tespit etmiş.
Yani toplumda dine ve dindara güven en düşük seviyeye indi.
İran’da da devleti yöneten mollalar rejiminin kötü uygulamaları, yaptıkları adaletsizler, yolsuzluklar sebebiyle ateist ve deistler artmış. Bunun yanında İran’ın İslam öncesi dini inançlarına (Zerdüştlük, Mecusilik gibi) meyledenlerin arttığı izleniyormuş.
Bu kesimler “eğer bu mollalar Müslüman’sa ben bu dinden değilim” diyerek farklı inanç arayışlarına girmişler.
Türkiye’de de “dinci” bir partinin uzun süren iktidarı yaşanırken benzer gelişmelerin olması düşündürücü.
SELEFİ ZİHNİYET YERİNE MATÜRİDİ ANLAYIŞ
Türkiye’de İslam’ın “tevhit ve inanç esaslarına iman” alanında toplumda herhangi bir ayrışmanın olmadığı görülüyor.
Ancak dinin bir de şeriat tarafı var.
Oğuz Çetinoğlu “Büyük Türk- İslam Alimi Matüridi” adlı eserinde şu bilgileri veriyor:
“Şeriat Allah katında değişmez yol ve gerçek olan İslam’ın içinde kişilerin, grupların ve toplumların dinden anladıklarına göre oluşturulmuş yorumlar ve kurallar bütünüdür.”
İşte bu alanda ayrışmalar söz konusu.
“Tevhit ve inanç esaslarında aynı imana sahip olan kişiler kendi şeriat algılarından farklı düşüncede olanları dışlamakta, suçlamakta ve hatta dinden çıktığını iddia etmektedir.”
Dinde sadece nakille yetinen Selefi anlayış derin ayrışmalara sebep olmuştur. Oysaki Matüridi, Kur’an-ı Kerim’in yorumunda akıl unsuruna önem vermiş; akıl ile nakili uzlaştıran yöntemiile toplumu birlikte barış içinde yaşatacak görüşler geliştirmiştir.
Mesela Selefi zihniyeti hayırlı işleri, ibadet konularında eksiği olan kişileri dinden çıkmış kabul eder.
Oysa Matüridi “amel (iş ve davranışlar) imandan bir bölüm değildir” diyerek kişilerin İslam toplumundan dışlanmasını engellemiştir. O’na göre “bu kişiler eksiği noksanı olsa da yine de mümindir.”
Türk toplumu genel olarak “Matüridi” adını ve görüşlerini bilmese de, “itikatta Matüridi” mezhebindendir. Yani hoşgörülü toplumumuzun inanç genetiğinde bu görüşler hâkimdir.
Ancak bazı kesimlerde Selefi görüşlerin etkili olduğu ve bu kesimlerin kendileri gibi düşünmeyenleri Müslüman görmediğini izlemekten de üzüntü duyuyorum.
Hatta kendi partisinden olmayanları İslam düşmanı, kâfir gibi görenler var.
CHP İstanbul Belediye Başkan adayı Ekrem İmamoğlu’na namaz kılmak için gittiği camilerde bazı “Müslümanlar” tarafından yuh çekilmesi, “burada ne işin var” şeklinde protestolar yapılması Selefi zihniyetinin eseridir.
Devleti yönetenlerin Müslümanlar arasında ayrışma tohumlarını eken Selefi zihniyetlilere prim vermemesi gerekir.
Malum, modern demokratik devletlerin din ve vicdan özgürlüğünü esas alan laiklik ilkesi birilerine uzak geliyor.
Hiç olmazsa toplumsal huzur ve barış için büyük Türk- İslam âlimi Matüridi’nin görüşlerinden faydalanmayı bir bilseler.
Türk olmaktan ve Türk adından nefret edenlerin bu büyük Türk âlimini rehber kabul etmelerini beklemek fazla mı iyimserlik olur acaba?
NOT: Bayram gibi bayramlar yaşamak dileğiyle Mübarek Ramazan Bayramınızı tebrik ediyorum.
03.06.2019
Ruhittin Sönmez